AĞLAMAYIN,
SİNİRLENMEYİN, DİNLEYİN
Amerika’da,
Denizcilik Enstitüsü’nün yayınladığı bir dergide Frank Koch ilgi çekici bir
hatırasını anlatıyor;“Eğitim filosuna verilmiş olan iki savaş gemisi birkaç
gündür kötü hava şartlarında manevra yapıyorlardı. Ben, en öndeki savaş
gemisinde görevliydim ve hava kararırken köprüde nöbetteydim. Yer yer sis vardı
ve görüş alanı dardı. Bu nedenle komutan da köprüdeydi, bütün faaliyetleri
denetliyordu.
Karanlık
bastıktan kısa bir süre sonra köprünün gözetleme yerinde iskele tarafındaki
nöbetçi haber verdi: “Işık, sancak tarafında.”
Komutan
seslendi: “Dümdüz mü ilerliyor, yoksa kıça doğru mu gidiyor?”
Nöbetçi:
“Dümdüz ilerliyor, komutanım”, diye cevap verdi. Bu o gemiyle tehlikeli bir
çarpışma rotası üzerinde olduğumuz anlamına geliyordu.
Komutan
nöbetçiye emir verdi: “Gemiye mesaj
gönder, çarpışma rotasındayız. Rotanızı 20 derece değiştirmenizi öneriyoruz.”
Karşıdan
şu sinyal geldi? “Rotanızı 20 derece değiştirmeniz önerilir.”
Komutan,
“mesaj gönder” dedi “Ben komutanım,
rotayı 20 derece değiştirin.”
Karşıdaki:
“Ben deniz onbaşıyım, rotanızı 20 derece değiştirirseniz iyi olur.” Diye
cevapladı.
Komutan
bu arada iyice öfkelenmişti. Hırsla emretti. “Mesaj
gönder! Ben bir savaş gemisiyim, rotanızı 20 derece değiştirin.”
Karşıdaki
ışıklarla işaret verdi: “Ben bir deniz feneriyim.
Rotayı
değiştirdik.”
•••
Her
birimiz hayat okyanusunda yol alıyor ve çoğu zaman da sisler arasında rotamızı
belirliyoruz. Enine boyuna düşünmeden, iyice araştırmadan, tahmin ve ihtimale
göre karar vermeyi önyargı, peşin hüküm veya zan olarak ifade ediyoruz.
Olumsuz, kötü zan ise suizan kelimesinde mânâsını buluyor. Önyargılarımız
nisbetinde sisler yoğunlaşıyor.
Kararlarımızı
algılamalarımıza göre veriyoruz. Beynimiz bir kalemi, mızrak, portakal veya
karpuz olarak algılamıyor.
Sosyal
olaylarda ise algılamalarımız bu kadar net değil. Bir sosyal algılamada
algılanan, algılayan ve çevrenin durumu önem kazanıyor.
Biz
bazen “basmakalıp yargılama” ile çevremize bakıyor, “şu adam çerkez”
dediğimizde hemen o ırkın genel karakteristik özellikleri hayalimizde
canlanıyor. Beş parmağın beşinin bir olmadığını unuttuğumuz için neticede bazen
yanılıyoruz.
Bazen
“yaygınlaştırma” etkisi ile bir tespitimizi genelleştiriyoruz. Üç körün bir
fili tarif etmeye çalıştıkları hikayedeki körlerden birinin durumuna düşüyoruz.
Hikaye üç körün bir file rastlamasıyla başlar. Birincisi filin kulağını tutmuş
ve şöyle demiş: “Kocaman ve kalın bir şey bu, büyük ve geniş bir halı gibi.” İkincisi
filin hortumuna dokunmuş ve demiş ki; “Gerçeği ben tuttum. İçi boş bir boru
bu.” Üçüncü kör ise filin ön ayaklarından birini tutmuş ve eklemiş; “Heybetli
ve sağlam bir sütun.” Hikaye şu cümleyle son bulur; “Körlerin bilme yoluyla bir
fil bile bilinemez.”
Kararlarımızda,
anlık fotoğraflara takıldığımız ve değişim sürecini göz ardı ettiğimiz takdirde
gerçekleri bilemeyeceğimiz gibi…
Bazen
de “yansıtma etkisi” ile kendi dünyamızın ve tecrübelerimizin gözlüğü ile
olaylara bakıyoruz. Kendi aynamızın görüntüsüne göre hüküm veriyoruz. Sisler
içindeki algılamalarımıza göre verdiğimiz kararlar da çoğu zaman bizi
yanlışlıkların kayalıklarına sürüklüyor. Özel dünyamız ile genel dünyayı
birbirine karıştırmanın bedellerini ise ağır ödüyoruz. Çoğu zaman gerçekleri olduğu
gibi değil de, olduğumuz gibi gördüğümüzün, önyargıların esiri olduğumuzun
farkında bile değiliz. Halbuki insan çevresini açken farklı, tokken farklı,
borçlu iken farklı şekilde algılar.
Basmakalıp
yargılama, yaygınlaştırma ve yansıtma etkisi kararlarımızda ağırlık kazandığı
oranda gerçeklerden uzaklaşır ve hatalı karar verme riskimiz artar. Önyargılar,
özellikle suizanna dayalı önyargılar, algı gözlüğümüz üzerindeki kara
lekelerdir. Önyargının zehrinden sakınmak, kararlarımızı verirken kaliteli bilgi
sahibi olmakla mümkündür.Kaliteli bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi
olmamalıyız. Kaliteli bilgi; objektif, ilk elden alınan, yeterli, açık ve doğru
bilgi demektir.
Sonuçlar,
kararlar ve hizmetler ancak dayandırıldıkları bilgi kalitesi kadar doğru ve sağlıklıdır.
Özel
mânâda, doğru hükme varmamızın anahtarı anlayıştır. Spinoza “Ağlamayın,
öfkelenmeyin, anlayın” diyor. Önyargılı bir insan ise hiçbir zaman tam olarak
anlayamaz.
Yönetim
bazında da, verileri önyargısız, özellikle suizanlardan uzak bir anlayışla
değerlendirme zarureti vardır. Dokümantasyon ve kayıtların gerçeği
yansıttığından emin olunmalı ve yönetim; önyargının, suizanların zehrinden uzak
olarak veriler analiz edebilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder